Perşembe, Aralık 31, 2009


Bu hayalet geçen yıl Manavgat kenarında bir balık restoranında görülmüştür.

Pazar, Mart 09, 2008

Fareler


Tavandaki fareler
Tıkır mıkır dediler
Daha yazacaktım ama
Kalemimi yediler





Çarşamba, Aralık 26, 2007

dizi özeti numunesi

Bundan en az 10 yıl önce, bir yaz. En yakın arkadaşım Burdur'a gitmiş ve Evimiz Hollywoodda 'yı izleyemiyor diye, dizi özetlerini günlük gibi yazıp, mektupla gönderiyordum. İnsanların dizileri anlatmaları birbirinden farklı oluyor. Kendi anlatımlarımı eğlenceli buluyorum sonradan okuyunca. İşte yine başka bir arkadaşım için yazdığım 4400'ün ilk sezonun sonunun özetine denk geldim..

....
Söz vermiştim, anlatayım:

Özet olarak son bölümde, biliyorsun 4400'ler hastalıktan kıvranıyorlardu. Bunun nedeni, NTAC'in her kontrolde üzerlerinde uyguladıkları ilaçtı. Bu ilaç 4400'lerde çokça bulunan ve üstün özelliklerin çıkmasını sağlayan bir maddeyi baskılamak için yapılmış. Yan etkisi olarak bağışıklık sistemini zayıflatıyormuş. İşte bizim ajanlar bunu öğrendiler. Başlarındaki adamla konuştular, o da ajan Tom'un oğlunun şu 4400 merkezini kuran adamı öldürdüğünü açıklayacağını söyledi.
Bizimki birşey diyemedi, eve koştu. Zaten oğlu Kyle da teslim olmaya karar vermiş. Kyle, kendisi yerine tutuklanan adama kıyamamış, vicdan yapmıştı. Bunun üzerine adamımız patronun yanına gitti ve 4400 saklanma evlerinden birini kuşatmakta olan patronuna bunu yaparsan ben de herşeyi açıklarım, Kyle'ın tutuklanmasını göze aldım dedi. Patron da kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldı.

Elizabeth ve annesi 4400 lerin saklandıkları evler yerine, kadının eski kocasının ayarladığı bir yere gittiler, orada garip şeyler oldu, halisünasyon gibi şeyler yaşadı kadın. Bunları Elizabeth'in orada olmak istemediği için yaptığını anlayıp, saklanma evine kocası zenci adamın yanına gitti.

Ajanlarımız, 4400 ün babası dedikleri adama, bu madde ile ilgili
bilgileri götürdüler. Adam, çalışmaları sonucunda, ilaçtan etkilenmeyen tek bir kişi bulurlarsa, diğerlerinin de iyileşebileceğini söyledi. Kan örneği yeterliymiş. Bil bakalım bu tek kişi kimdi? Elizabeth. Diana hemen bir şırınga içerisinde kan örneğini - antidotu- herneyse karantina bölgesine götürdü. İşte herkes mahvolmuş falan, kızının yanına gidip bunu sana vermeyi çok isterdim dedi. Sonra Shawn'ın yanına gitti ve maddeyi onun koluna enjekte etti. Bir taşla bir çok kuş misali, Shawn herkesi tek tek iyileştirmeye başladı. (Bu arada 27 adet 4400 ölmüş. Dizinin adı değişmeli mi? )

Daha sonraki sahnede, 4400 ler iyileşmiş ve sevenler kavuşmuştu. Evindeki mutfakta, Diana Skouris NTAC bilgi işleminde çalışan koyu renk çerçeveli gözlüklü adamla flört etmeye başlamıştı ki içeriden Maia geldi. Herşey bitti kızım gel güzel bir aile tablosu oluşturalım derken Diana, Maia şöyle dedi:
Herşey bitmedi, çok kötü şeyler olacak, savaş yeni başlıyor.
Mutlu sonla rahatlamış olan bizler, gerildik birden tabi.

En son sahnede, havaları, göl gibi bir yeri gösterirken, Robinson
tipli bir adamla karşılaştık. Saç sakal birbirine karışmış, Kyle'ın vurduğu 4400 Merkezi'ni kuran adam etrafına şaşkın gözlerle bakınıyordu.

Pazartesi, Aralık 18, 2006

Fark edilen - 2

Kumaş desenini görür görmez çok şirin bulup da denediğim etek ceket takımın eteği üzerime tam mı oturdu, yoksa biraz dar mı geldi? Acaba giyildikçe, oturup kalktıkça kumaşı biraz gevşer mi? Peki ben, işte genellikle spor takımları tercih eden ben, hangi bir gün işe giderken bunu giyeceğim? Aynı mağazadan severek aldığım şu anda içine giremediğim başka sevimli bir etek ceket takımımı hatırlıyorum. Bir ikincisine dolabımda yer var mı? Sanmıyorum. Ne yapmalıyım? Ne yapmak istiyorum?

İşte o sırada, satın alma ve satın almaktan vazgeçme duyguları arasında, eteğin üzerimde duruşu gerçekten içime sinene dek, kabinde perdenin arkasında oturup bekleyebileceğimi farkettim. Öyle bir dengeydi ki bu ne eteği alıp gidebiliyor, ne de ardımda bırakabiliyordum. Bu şekilde devam edersem, kabinde günler geçirebileceğimi , aç kalmam ve onu bunu deneyip harcayacağım kaloriler sayesinde o etek üzerimde tam istediğim gibi durduğu zaman kararımı verip eteği satın alabileceğimi hesapladım.

Tezgahtar Kamile Hanım mağazada biriken kalabalıktan rahatsız olmamamı, içeride daha istediğim kadar kalabileceğimi söylüyor. Tuvaletin bu katta oluşundan ve personelin bana ihtiyaçlarımla ilgili kibar davranışından memnunum. Benimkiyle aynı etek ceket takımı üzerinde deneyenleri perde arasından gözetliyorum. Olmuyor. Yakışmıyor! Buradan çıkarken takımın üzerimde duruşunu görmelerini istiyorum. Bundan sonra hiçbiri kendisinden memnun olamayacak..

Pazartesi, Kasım 13, 2006

Çarşamba, Kasım 08, 2006

Geçmişten Kadınlarım

Kişisel tarihimin yapraklarını çevirmeye başlıyorum. Bu kez aradığım şey, kadınlığı ve kadın olmayı algılayışımda etkisi olmuş okumalarım. Ne zamandı? Hangi kitaplardı? Ne anlamıştım?
İlkokuldayken. Kendi kitaplarım dışında ilgim misafir odası büfesindeki kitaplarda. Kitapları ele almam genellikle yazı büyüklüğü ve sayfa sayısı ile belirleniyor. İnceden kalına doğru okuyacağım diye tasarlamışım.

Annemin ya da babamın kitap okuduklarını pek görmüyorum. Ekseriyetle gazete okunuyor. O da siyah beyaz renksiz baskısı ile Piyale Madra'sına baktığım Cumhuriyet. Yine de zaman zaman bir iki 'büyük kitabı' alınıyor. Mesela, bir gün Turgut Nereye Koşuyor? ile karşılaşıyorum. İki çenesi ile, İcraatın İçinde'niyle tanıdık, tonton amcamızın serüveni. Bir akşamda yarısına geliyorum. Anlayabildiğime sevinerek.

Bir Genç Kızın Anıları - Betty Smith oradaki ilk kitabım. Araya başkaları da girdi. O dönem ev sevdiğim kahramanlar Heidi ve Jane Eyre . Özellikle Heidi'nin büyüyüp de bir köyde öğretmenlik yapması ve sınıfındaki aykırı ve kimsesiz bir çocuğa ablalık etmesinden çok etkileniyorum. Benzer şekilde, Jane Eyre'nin yaşadığı herşeye rağmen kendi başının çaresine bakabilmesinden memnunum. Bence Rochester onu açıksözlülüğü ve kendi kendine yetebilmesinden dolayı seviyor.

İsmi yüzünden kütüphanede cildi içeri dönük duran iki ciltli bir kitap var, gerçekten çok sürükleyici. Ailesini kaybedip genç yaşta akraba dayağından kaçıp da evlendiği kocasının satmaya çalıştığı bir kadının yaşam öyküsü ve ona aşık olmuş bir gazetecinin hikayesi. Kitap gazetecinin ölümünden hemen sonra avukat arkadaşı Harika Hanım'a ulaşan zarftan çıkanlarla başlıyor. Sonraları üniversitede tekrar okuyorum Necmi Onur'un Orospu'larını.Yayım yılının 1976 olduğunu görüp şaşırıyorum.
Çöplük - Carolina Maria de Jesus, Brezilya'da Sao Paulo şehrinin bir kenar mahallesinde yaşamaya çalışan çok fakir bir ailede bir annenin tuttuğu günlük. Koca ya çok tembel ya da terkedip gitmiş. Küçük çocuklarıyla kadın çöpten bulduklarıyla yaşıyor, kağıt ve aliminyum satıyor. Bir günden fazla yetebilecek yemek bulduğunda mutlu olan ve amacı kendini de unutmadan, çocuklarını okutmaya çalışan - evde kendi onlara okumayı öğretiyor- bir kadının, yaşama yönelik bir direnmenin öyküsü. Ve tabii ki - Küçük Kadınlar, Luisa May Alcott.

Jo, Meg, Amy ve Beth arasında, Jo olmayı istiyorum, çünkü o özgür, zeki, duygusallığını hep güçlü görünmeye çalışarak saklıyor. Diğer kardeşler bir an önce evlenip de çoluk çocuğa karışmak istiyorlar, Jo ise 'akademik' oluyor. İlerleyen kitaplarda Jo, kendinden yaşça büyük bir profesörle evleniyor, işte macera bitti diye düşünüyorum. Bu kez Amy'nin maceralarına geçiyoruz, sandığımdan daha akıllı olduğunu düşünüyorum, galiba Laurie ile evlenmemiş!
Bunlar o zamanki yaşıma göre kendi kitaplarımdanken, yeni gelen bir kitapla büfe kütüphanesine dönüş: 60 Günlük Bir Şey - Füsun Erbulak. Bir çırpıda okuyorum.Büyüklerin duygu durumları nasıl birşey? Kadının aşkını utanmadan, dolu dolu yaşayışına, bunu hiç kimseye yalan söylemeden yapma isteğine ve kocasının durumu karşılayışına hayran kalıyorum. İlginç, şu anda araştırdığımda 17 Ekim 1984'te "60 Günlük Bir Şey" adlı kitabı sebebi ile Füsun Erbulak için 6-10 yıl hapis istendi diye bir kayda rastlıyorum.

Sonraki dönem polisiyelerle haşır neşirlik. Kiminle mi? Agatha Christie ile! Favorim Miss Marple'ın olduğu maceralar. Sonradan kendisinin kurnaz ve sinsi davranışarını farkedince, tonton, kendine yeten, akıllı kadın imajı yerle bir oluyor. Bu arada, artık büfede yeni kitap kalmamış, eski kitapçıdan alışverişlere harçlık yetişmemekte. Hala da dostum olan Özlitto ile İlçe Halk Kütüphanesi'ni keşfediyoruz. Klasiklerden Can Yayınları'ndan yeni görünüşlü olanları seçeyim diyorum. A harfinden Alman Edebiyatı ile başlayan raflardan ilk seçimim Erich Maria Remarque. Savaş gerçeği ile karşılaşıyorum. Savaş denince cinsiyet kalmıyor. Savaş durumunda tek istek hayatta kalmak ya da ölenleri görmeye dayanamayıp içini öldürmekmiş gibi bir sonuca varıyorum. Bu karanlık bulutlar üzerimden daha sonra Buket Uzuner ile kalkıyor.

Orta 2'deyim galiba. Okulda mutsuzum. Nasıl biri olduğumu bir yana bırakmış, nasıl biri olacağımı arıyorum. Buket Uzuner'in en sevdiğim romanı İki Yeşil Su Samuru, Aileleri, Sevgilileri ve Diğerleri özdeşlik kurabileceğim bir karakter sunuyor. Üstüne üstlük Nilsu'nun da örnek aldığı Selen'e ben de bir nevi aşık oluyorum. Yaz tatili geliyor. Sıcak günleri kuzenlerimle bol bol kitap okuyarak geçiriyoruz. Kuzenler arasında Afa Kadın Serisi'nden Bir Kadın - Anne Delbee 'yi okuyan üçüncü kişiyim.

Heykele olan tutkusu ve bu yolda hiçbirşeyin onu durduraması, buna rağmen hırs kadını değil de bir aşk kadını oluşunu çok seviyorum. Üniversitede bu kitabın da içinde bulunduğu Afa Kadın serisi biyografileri bir süre elimden düşmeyecek.


Ne zamandı? Hangi kitaplardı? Ne anlamıştım? Nasıl etkilendi beni bu okuduklarım? 15 yaşındayken kafamdaki 'kadın olmak' nasıl birşeydi? Gülümsüyorum. Acayip etki altında kalmışım! Tüm bu kadınlar, eski dostlarım, hala benimleymiş, farkediyorum.

Pazar, Ekim 29, 2006

Fark edilen - 1

Bu konuda yazdıklarımda süreklilik sağlama ihtimalini düşünerek başlığı yazdım.
Böyle aniden gelen aydınlanmaların bu köşelerde, internetin tozlu ağlarında bizimle beraber olmasını planlıyorum.

Dün akşam eskilerden yabancı pop seçmelerini dinlerken Bon Jovi'nin It's My Life isimli bayıcı şarkısı başladı (DJ'in seçimleri). Gençliğimizin bu grubunun en kötü şarkısı kanımca. Dinlerken farkettim ki Jon Bon jovi bu şarkıyı pekala da ıkınırken tuvalette söylemiş olabilirdi. Şarkının devamında It's - my - life nakarat sonundaki rahatlamayı da dikkate alırsak, evet, bu kesindi. Merak edenler için, şarkıyı biryerlerden bulun ve bu düşüncenin doğruluğunu test edin. Beraber söylemeyi deneyin, ben bunu yaparken çok eğlendim :)

Cumartesi, Eylül 02, 2006

Odasında, öylesine, yatağına uzanmış düşünüyordu - neyi allah bilir. Bu anlarda yatağın rahatlığında neyi düşündüğünü bile farkedemeden öyle sürüklenip gider sonunda da uykuya dalar, klasiktir, ışık da açık kalır. Bu kez uykuya dalmadı,bir anda kafasındaki düşünce bulutu uzaklaştı, odasına ve o ana geri geldi. Yattığı yerden ilk kez görüyormuş gibi etrafa bakınıyordu. Kütüphanenin ayrıntılarını inceledi, açık pencereden görünen geceye baktı. Başını çevirip giysilerin kapladığı yanıbaşındaki koltuğa bakarken, gördüğü şey, ne güzeldi!



Her evde yaşayan küçük cüceler bizim bakmadığımız anlarda evimizde cirit atarlarken, bizlere bazen böyle sürprizler yaparlar. Görürsek eğlenelim, gülümseyelim diye.

Yoksa hiç karşılaşmadınız mı?

Etrafınıza bakın.

Pazar, Ağustos 27, 2006

"I felt my body slipping through the fingers of its mind."
Adrienne Rich

Bir dil böyle seviliyor galiba,

güzel kullanımları okudukça, duydukça.

Cuma, Ağustos 11, 2006

Şemsiye altı okumaları



Birkaç hafta önceki tatil hazırlıklarımdan en önemlilerinden biri vücudumu yata yata büyüttüğüm, deniz ve doğa ile yenilendiğim sırada okuyacağım kitapların neler olacağı idi. Hassas bir konudur bu. Nitekim denize nazır şemsiye gölgeleri altında okuduğum kitaplar o yaz tatilime damgasını vurur - nerede öyle yoğunlaşılabilen başka zaman- sonrasında o tatilim o kitapla bütünleşir. Şemsiye altına da öyle her kitap gitmez. Bazı kitapların yazlık bazılarının da kışlık olduğunu düşünüyorum. Örneğin Ahmet Karcılılar'ın başka bir zaman beğenebileceğim Yağmur Hüznü'nü şemsiye altında bitirip de kitabın ruh haline girmeyi reddederek kitaptan derhal kurtulmayı düşünmüştüm, anlatması zor, kitaba kızdım diyebiliriz. Yani kitap iyi bir arkadaştır ya böyle tatile içi çok karanlık ve bu durumu kabullenmiş bir arkadaşınızla gittiğinizi düşünün. Onun iç dünyasında bir yolculuk gününüzü bok edecek kadar sarsıcı olabilir. Adamın işine hiç lafım yok, harika. Bu arada kitabı elden çıkarmış durumdayım ki bu yüzünü şeytan görsün anlamına geliyor arkadaş için.

Olayın anlam ve önemini bilerek ki bu sene de özenerek ve kalbimin sesini dinleyerek yaptığım seçimlerimde 3 kitaptan birisi nokta atışı olmuş. Alain de Botton'un Öp ve Anlat'ı.

(devam edecek)